31 Aralık 2009 Perşembe

ONLAR BİZE GELDİLER...

Herhangi bir günden farkı yoktu bu günün de görünüşte... Ama gelin görün ki bizim için öyle değildi.Biz en önemli konuklarımız geleceği için yüreğimiz pır,pır ve her birimiz ayrı telaş içindeydik. Mutfaktan gelen mis gibi kek kurabiya, börek kokularına karışan anne kokularıyla, kafenin içindeki masaları hazırlama, hediyeleri ayırma, palyaçoların makyaj telaşı birbirine sevgiyle
karışıyordu.Her birimizin yüzünde bu günün resmi ayrı bir şekil almıştı sanki.İnanıyorum ki,yüzümüz bugün en güzel halindeydi.
Her duran araca koşuyorduk GELDİLER! diye bağırarak,sonra bir sonraki aracı bekliyordu gözlerimiz.Nihayet. GELDİLER!....
Hepimiz koşarak kafenin dışına taştık adeta.Kocaman alkışlarla araçlarından indirdik.Palyaçoların ellerinden önceleri ürkerek tutan çocuklar kısa bir zaman sonra üniversiteden gönüllü gelen abilerinin,ablalarının ellerinden sıkıca kavramışlardı bile.Arkadaşlarımızın onlardan daha şanslı çocukları ile kısacık dostluklarının keyfini sürdüler hesapsız.En çok cipsler rağbet gördü, hep olduğu gibi.Anne kurabiyeleri ve kekleri küsmediler onlar seçilmedikleri için.Yasaksız " yeni yıl partisi " nasıl olur bilirlerdi.Her zaman yasak olan yiyecek ve içeceklere saldırı olacağı belliydi çünkü.
Hediyeler bağış havasından çıksın diye yaş ugruplarına göre kurguladık her şeyi...Her hediyenin içine getirenin adını kısacık da olsa sevgi mesajını yazdık tek tek.Çekiliş esnasında arenaya döndü ortalık.Çok sevinen de vardı, hediyesini beğenmeyen de Çocuktular onlarda diğer çocuklar gibi...Neyse aralarında takaslar yapıldı öğretmenlerinin yardımıyla işler tatlıya bağlandı bir güzel.Daha sonra palyaçolar, abiler ve ablalarla deli gibi oyunlar oynadılar ter içinde kaldılar.Arkadaşın kına gecesinden kalma volkanlar çok işe yaradı. Bahçede yanan volkan etrafında yeni yıl- yeni umut oldu şarkılarda hepimiz için.
Artık ayrılık vakti gelmişti. Bütün "hoşçakal"lar yaralıdır,bütün vedalar acıdır bu yüzden.En son onlar için özel yaptırdığımız "elma şeker"lerini verdik kapıdan çıkarlarken.Düşlerinde en çok sevdiklerini görsünler...anneleri gelip saçlarını okşasın, babalarıya ata binsinler ya da uçurtma uçursunlar diye.Çocuk Esirgeme Kurumu özledikleri kendi evleri olsun istedik düşlerinde de olsa.Yani gökten hiç elme düşmüyorsa bile başlarına, hepimizin çocukluk öykülerine karışan bir elma şekerleri olsun hiç olmazsa diye...
Arkalarından kocaman alkışlar ve ıslıklarla el sallarken her birimiz ayrı şeye ağlıyorduk. İşte böyle...Onların yolu bizim kafeden geçti günlerden bir gün.İşte bu yüzden bu gün herhangi bir gün değildi bizim için.Dilerim ONLAR içinde öyle olmuştur.Ama sonuç her ne olursa olsun biz hepimiz bunu çok istedik ,çalıştık ve sonrasında çok keyif aldık yaptığımızdan.
Emeği olan herkese teşekkür ediyorum. Yüreği kadar güzel yaşamları olsun.Hepimiz hepinizin yeni yılını kutluyor " gönlünüze göre olsun her şey!" diyoruz.
SEVGİYLE KALIN,YÜREĞİNİZDEKİ ÇOCUĞUN SESİ HİÇ KISILMASIN !......


10 Aralık 2009 Perşembe

Beni Ve Çocukları Bekletmeyin Olmaz mı?

Hani;dermanın yoktur da yollara düşersin yine de.En acıklı yol
hikayelerini yazarsın kahramanlarına ad bulamadığın. İçindeki
fırtınalarının dinmesini beklediğin limandır aslında aradığın.Bulur
musun? Var mıdır böyle bir liman ?Yanıtları, yıllar sonrasında önüne
düşer yeni yazdığın hikayelerinin sayfalarında.
Yeni bir yıla girmek için günlerin geriye doğru sayıldığı bu günlerde tam da böylesi yürek darlığı yaşıyorum yanıbaşımdakilerden bile habersiz.
Kahve kokuları başımı döndürmüyor,en son yaptığım portakallı cevizli kekten tatmadım bile.Ağzımın tadı kaçalı hayli oldu.
Bir umut,deyip direniyorum yine de. Siz bakmayın benim bu iç karartan "mız-mız" halime.Kafenin camları yanakları elma şekerinden boyanmış çilli kıza, ya da çaldığı çikolataları çarçabuk yemiş yaramaz erkek çocuklarının yüzüne benzedi.Yanıp sönen ışıklar Belki bu sefer,belki bu... diye yanıp sönüyor renk renk. Ben her gün onları yakıp söndürüyorum.Elektrik faturası da beni yakacak ama olsun beeeee! ömür dediğin kaç günlük.Hem sonra yakılan fotoğraflar,mektuplar gibi yak(a)maz elktrik faturası değil mi?
Kafeye girişte tam karşıda süslü püslü yeni yıl ağacı altındaki sepetiyle birlikte kimsesiz çocuklara götürülmek için hediyelerini bekliyor.Önüme gelene söylüyorum."biz bu yıl ağacımızın altındaki sepette biriktirdiğimiz oyuncakları esirgeme kurumundaki çocuklara götüreceğiz!" diye. Lütfen bizi ve çocukları bekletmeyin olur mu?En son hiç tanımadığınız bır çocuğu ne zaman sevindirdiniz?İşte tam sırası....Tutun çocuğunuzun elinden ya da benim gibi çocuğunuz yoksa ! içinizdeki çocuğun elinden tutun sıkıca üzerine istediğiniz mesajı yazarak hediyenizi sepetimize bırakın. Yeniyıldan bir gün önce hepsini çocuklara götürüp yüzlerinde kocaman bir gülümseme olabiliriz. Ne dersiniz? Belki içimizdeki fırtınaların dindiği hep aradığımız liman orada bir yerdedir. Kısacık bir anlık da olsa. Denemeye değmez mi?
Dedim ya! yaşam olanca hızıyla devam ediyor.Günler geriye doğru paldır küldür dökülüyor bizim gibi.Araya sıkıştırılacak küçücük bir an ,kocaman bir hikaye kime iyi gelmez ki...
Haydi yaşamlarımızdan bir kahve içimi mola çalmak bu kadar zor olmasa gerek.Beni ve çocukları bekletmeyin olmaz mı?....Yanıp sönen ışıklarımızın inancıyla size.....





5 Aralık 2009 Cumartesi

Boşluğuna Alışamıyorum

İnsan ne çabuk alışıyor değil mi? Güzel olana çok hızlı, kötü şartlara biraz daha zamanla ama yine de alışıyor. Alışkanlık! İşin püf noktası bu!
Ben senin, beni sevme biçimine alışmıştım. Yoksunluğum burada başladı. Gittiğinde!... beni kollarına alıp, başımı okşayacak; geceleri uykumda bile bana sarılarak güvende olduğumu hissettirecek bir aşkın bittiğini fark ettim, her yanım buz kesti. Ne yapacağını bilemiyor ki insan?
Birbirimizi çok sevmiştik.(ya da sadece ben sevmiştim ne farkader?) Şimdi ayrı kalmış olmamız, onca güzel anıyı yok saydırmıyor bana. Ayrılık!... Ne hüzünlü bir kelime değil mi sevgili? İnsanda yarım kalmış, bitmemiş bir işin telaşı duygusunu yaratıyor. Oysa şairin dediği gibi, "ayrılık da sevdaya dahil!"
Bazen öyle şeyler oluyor ki, hemen seni arayıp paylaşmak istiyorum. Birlikteyken konuştuğumuz bir konu, bazen basit bir dedikodu, bir an bir olay oluyor, bunu sadece sen ve ben anlayabiliriz. Kime anlatsam enteresan gelmeyecek biliyorum. İşte o anlarda elim telefona uzanıyor, sonra hatırlıyorum, artık" biz " diye birileri yok ki!
Sevgililer günü yaklaşıyor.Elim geçen sevgililer gününde bana aldığın yüzüğe gidiyor."-Bu yıl yüzüğü aldım,gelecek yıl taşını taktıracağım" demiştin.Çok gülmüştük sonra da.Oysa şimdi içim acıyor,sonrası yok artık hiçbir şeyin. Gelecek sevgililer gününe dair düş bile kurmuyorum.Yüzüğüm taşsız , ben sensiz gireceğiz bu yıla.Acımak! hiçbir şeyi geri getirmiyor ve işte tam da o zaman daha da çok acıtıyor insanı.Evde elim nereye gitse sana dair bir şeyler çıkıyor hep.Ben şimdi ne yapayım?Bunları kime vereyim?Hem veremem ki?nasıl vereyim?Vermeyince de sürekli onlarla nasıl yaşayayım?Yokluğuna alışmak çok zoruma gidiyor anlayacağın.Telefonu kaldırıp bir solukta yaşadıklarımın tümünü anlatmak geçiyor içimden,sonra vazgeçiyorum.Seni zorlamış hatta üzmüş olmak ne işime yarar ki...
Anlayacağın sevgili, alışkanlıklar zorluyor ayrılıkları, yoksa nedir ki ayrılık dediğin? Bir yoksunluk, bir yoksulluk zamanı! Canının çektiği ama yiyemediğin bir yemek, hayalini kurup gidemediğin bir tatil, kazanamadığın bir piyango bileti,düşleyip yapamadığın herşey... işte bunun gibi bir his ayrılık. Neyse ki insan, her şeye alışıyor….
Bende sana dair ne varsa.......

3 Aralık 2009 Perşembe

Acaba Yaprakların Canı da Acıyor mu?

Siz bizim kafeyi bilir misiniz? Hiç yolunuz bizim oralardan geçti mi? Mis gibi kahve kokulu kırmızı boyalı küçük sığınma evimin önünde kocaman kocaman ağaçlar var.Geldiniz gördünüz mü? bilmiyorum.Bu günlerde ağaçlar yapraklarını döküyor hızlıca.Bu yapraklarını dökme halleri savaş sonrası teslimiyet gibi .Bahçeyi temizledim bu gün.Aslında hergün süpürülüyor olmasına rağmen ne çok yaprak birikmiş yine de.Kızıla çalan yaprakları süpürürken içimde derinlerde bir yerlerde bir sızı oldu birden bire.Sanki bir an hayatımı süpürüyorum gibi geldi bana.Yapraklar yanlışlarımdı sanki.Ne çok yanlışım var,ne çok yanlış yaptım diye acıdım kendi kendime.İnsanın kendi kendine acıması da çok dokunuyor.Bilmem hiç başınıza geldi mi? Ben zaman zaman kendi kendime küçük oyunlar oynarım yaşadıklarıma dair.Yüreğim küçücük bir film makinesi oluverir bir anda ve başlar o güne kadar biriktirdiklerini oynatmaya.Ben kendi yaşantımın yalnız izleyicisi çaresiz seyrederim o güne kadar olanları.Gözlerim dayanamaz sulanır,yüreğim dayanamaz acır ama ben dayanırım defalarca seyretmeye iyi ve kötü tüm olanları tek tek....
Yaprakları süpürürken de öyle oldu bugün.Bir an sanki hiç doğru birşey yaşamamışım gibi bir hisse kapıldım biran.Uğruna onca mücadele verdiğim ilkelerim,doğrularım nereye gitti?Hiç sevmemiş,hiç sevilmemişimtim sanki."Olmazsa-olmaz!"larım ne yana savruldu birdenbire.Yalan bir yaşantının uçurumunda sallandım bir süre öylece.İçimdeki bu büyük boşluk neden?Ben bu boşluğu bugüne kadar neyle kapattım?Niye uyuttum içimin bu acısını niye? Ne kadar zaman geçti farkında değilim yaprakları toparladım,kendimi toparlamam kolay olmayacak gibi.Aslında ben çok sevmeyi sevdim hep ve öyle de yaptım."Çok sevildim mi?" kısmına gelince öylece kalıyorum.Bilmiyorum ki... bu sorunun cevabını beni sevdiğini söyleyenler vermeli. En doğru olan da bu aslında.Ama insanın yüreği kadar yaşamı.Ben buna inanırım. Benim yüreğimin kilometre taşları içimi acıtıyor,geldiğim yerler toz-duman içinde.Renkler birbirine karışmış ve bugünlerde böyle yoksul bir yaşamı tekrar ettiğime göre bir yerlerde bir şeyler yanlıştı demek istemiyorum ama öyleydi sanırım.Eğer tersi olsaydı yüreğimin bayram yeri olması gerekmiyormuydu?Değerlerimin en sağlam sandığım taşları yerleriden sallanıyor bir,bir.
Haydi!haydi!Arabesk duyguları geç kalmadan bir kenara süpürme vakti.Yaşadıklarımın hepsi benim ve bütün yaşadıklarımın sorumlusu da benim.Eeeee!yaşam sormuyor işte! böyle zorlu sınavlara hazır olup olmadığımızı....Bir anda sınava giriyorsun bazen haberin bile olmadan.Çok çalışıp geçmekten başka yapılacak bir şey de yok aslında. Ya da her dönem dökülen yapraklar gibi süpürülüp gitmek kalıyor geriye.
Merak ediyorum.Bugün süpürdüğüm ve bana bunca şeyi yaşatan yapraklar da dimdik duran o kocaman ağaçların yanlışlarımı acaba?Acaba düştükleri ağacın kökünden hoyratça süpürülerek ayırıldıklarında neler yaşıyorlar?Üstlerine basıp geçtiğimizde canları acıyor mu?Ardı sıra gelmeye başladı saçma sapan bir sürü soru.Bu kısır döngüye bir son vermeliyim.Anılarımın üstüne korkarak basıyorum.Üzerlerinden geçerken canlarını acıtmama telaşındayım.Çünkü benim çok canım acıyor.Ve ben duygusal davranıp öfkeme yenik düşmek istemiyorum.
Yalansız ve acısız bir yaşamda inadına sevgiyle....