10 Ağustos 2010 Salı

DERİNDE
deri'nde devriye gezer sanki
yaralı su

derin'de küçük bir çatlaktan sızar
başıboş sokağa inersin
güneşe düşer gölgen
gölgende yalnızlık
...ki hangi karanlık örter yüzünü

gittin
ardından baktım
ve düşlerim talan

düşlerim talan
demir soğudu
koptu kilit
aşamadığım kapılarda
bir kuş ki... küle düşer
hedefi kırılmış mermi yolunda
yüzünü ararım

yaşamadığım odalar gibidir uzaklığın

ürkek yollarda sınanır sanki zaman
ve kendini sessiz büyütür hüzün
gittiğin yollarda temmuz ağrısı

korkusu çok sözcüklerimde çığlık;
bir leş'se ayrılıklar
aşklarım bedevi
birleşse ellerimiz
yalnızlığım illegal

boşuna mı?
özlemlerim ve aşklarım.!

9 Temmuz 2010 Cuma

YAĞMURA SIĞMAYANLAR
24 Haziran 2010 Perşembe, 00:28



Çok yalnız bir akşammış bu.
Gözkapakları ağır yükler taşıyor diye utanan bir çocuk avucumda,
Sevgi dileniyor benden lal yaprakları.

Oysa şarkı bile söylüyor işte: Ne gelir elden?
Zoraki sevgiler yapsak hamur adamlar gibi küçücük ve yağmur her yağdığında bir gökgürültüsü hediye etsek yaprakyeşiline bakan zavallı kalbimize, ne gelir elden?

Ucuz satırlar bunlar. Değerinden eksiğine bozdurduğumuz kelimeler gibi lanetliyor bizi unutmaya çalıştıklarımız. Yakalamaya çalıştıklarımız sırtımızdan bıçaklıyor. İşte o ve ben uzaklara, yalanların eskittiği bir sevgiyi sürüklemeye giderken, yağmurkırığı saçlarımıza dolanıyor.

Yalan söyledikçe aşınıyor sırtımın ölü derisi. Sandalyemde otururken ardımda açık kalan kapıdan korkuyorum. Arkamdaki boşluk beni alıp büyütüyor. Arkamda bir boşlukla birlikte yarın için ay büyütüyorum.

Çok ucuz bir şiir var, ama öyle ucuz ki… Bana öyle bir hatırlatıyor ki eski günleri… “Bir daha okumam,” diyorum, “bunları geçtik.”
“Bir daha okumam,” diyorum “şehirleri geçtik.”
“Bir daha sararmış kâğıtlara böyle anlamsız aşk yakınmaları yazmam,”diyorum.
Sesim beni duymuyor.

Bütün bunları dinleyeceksin sen; dinleyip yine gözlerindeki boşluğa yakışan bir fırtına tasarlayacaksın benim için. Ben tam o sırada benim için anı olacağın ânı kuruyor olacağım. Alacakaranlık sadece filmlerde değil gözlerimin ta içinde de olacak o sıra. Bir kadeh rakıya bakıp ağladığım günlerin hatırına “son bir kez,” diyeceğim, sen farkında bile olmayacaksın. Yağmur fışkıracak lağım çukurlarından; evsizler bankamatiklere, kediler saçak altlarına, küçük çocuklar şanslılarsa annelerinin sıcaklığına kaçacak. Senin kaçacak yerin muhtemelen hazır olacak. Ama ben öylece kalacağım sokağın ortasında ki gidecek yerim yok. Kendime çıkan tüm kapılardan kovdu beni gözlerin. Gözlerin gümbür gümbür serildiler kapıma.

Yağmur hızlandıkça yolun ötesi görünmez oluyordu. Evden kavga sesleri, sokaklardan gece fenerleri, hasretten bir güle tutunan diken eksik olmuyordu. Yağmur gitgide daha hızlı, hıncını insanın içinden söküp alarak yağıyordu. Gökgürültüsü ürkekliğin sınırlarını deniyor, aynalar birer birer parçalanıyordu yalnızların odasında. Çok şey mi istiyordu? Ağrılı ve yavaş ölümümüze atamadığımız çığlığı bize hatırlatıyordu o kadar.

“Durmayacak,” dedim.”Sabaha kadar yağarsa böyle… ya sokaktakiler ya kaybolanlar,” dedim kaybettiklerim içimi kemirmeden edemiyordu. Bir ara pencereyi sonuna kadar açıp dışarı çıktım. Sokağı izledim ve kalbimi onun gözlerine yatırdım. Görüyordum işte, işarete gerek yoktu. Baktım sol yanında kendisinin bile fark etmediği bir yarık ve o küçük yarıktan ince ince sızan bir hayat çığlığı duruyordu. Uzaklarda yanan ışıkları gözlüyordu ve biliyordum, beni asla sevmeyecek; geceleri duvarında oynadığı gölge oyununda benden bir iz görünmeyecek. O elleri var ya, o elleri beni hiç eskitmeyecekti. Gerçekten içimde olsaydı bunu yapardı, diyorum ve birkaç gümbürtü art arda kopuyor.

Bu yağmurlar büyüdük diye bu kadar öfkeli.
Arkamızda açık kalan kapılar, kaybediyoruz diye bedenlerimizden alacaklı.

Gecenin sesini dinliyorum.
Sesimizde hiç dinmeyen bir öfkeyle o ve ben… Biliyorum benim kadar çaresiz bakıyor o da pencereden. Huzursuz gözleri gideceği yeri bilmeyenlerin gözlerinden yapılmış ve oyuncağı kırık.

“Durmayacak,” dedim… “Böyle sabaha kadar yağarsa…”

Üstelik böyle zamansız, böyle bahar dallarını kırıp atar gibi hınçla.

Oysa normalmiş, öyle diyorlar. Yine de yağmurda eksilen bir tek o ve ben varız. Dünya sadece ikimizin saatini durduruyor sebepsiz yere ve üstelik o devam ediyor, hiç aldırmıyor hiç… Bense sadece durmuş pencerenin ardından yitenleri izliyorum. Arkamdan gelen seslerden ürkerek ve hiç özlememeye gayret ederek eski şeyleri, sabah olsa, diyorum, olmuyor. Olmayacak, diyorum. Dediğime inanırım diye korkuyorum da bir yandan. Çünkü öyle çok bekledim ki bir yağmur sonrası sakinliğinde onun ellerini yüzüme ipek edeceğim günü. Şimdi biriktirdiğim eski eşyalarına bakıyorum tek tek. O yeşil kazak, o hasır sandık, o yanımdayken üzerimden hiç çıkarmadığım yeşil kazak… Bir zamanlar derin nefesler alırdık, diyen küskün geçişin izlerini taşıyordu üzerinde. Gülüşümü çaldırmadığım o güzel vakitlerde bu kazak sıcacık tutardı beni ve o hasır sepet ki gideceğimi anladığın bir sabah yatakta bana sarılıp “Tekrar gel,” demiştin, “daha sepetini alacaksın.” Tekrar gelmelere dayanmadı kalbimizin incelen çeliği. Yağmurlar hızlandı, tutamadık; tutamadık gitti içimizdekileri.

İkisini de kapıp sokağa atıyorum kendimi, sel su almış başını gidiyor. Sokak uzun bir koşuya çıkmış sanki. Kaldırımlarını bile tutamıyor üzerinde. Yağmur her şeyi alıp götürüyor: Yeşil kazağı, hasır sepeti, eski şeyleri, eskiyen düşeyliğini zamanın…

Yıllardır içimde çürüyen bir tekne gibiymişsin be adam! Ne seni sürecek bir denizim, ne tekrar boyayıp bakacak bir korunağım varmış. Öylece kalakalmışım; durmuşum ve batmışım. Durmuşum ve neden kendi kendime ağlamaya başladığımı bile çözememişim. Aniden ışıyor ortalık. Eve gitmeliyim, diyorum. O kötü şiiri son kez dinleyip yağmurun dinmesini beklemeliyim. Sırtımı duvara yasladığımda korkmadan, onun beni anlayan gözlerini yormadan ve incitmeden karanlığı son bir kez…

Bütün gece yağacak… bütün gece yağarsa böyle,

Acıyan şahdamarımızı kim öpecek?

23 Haziran 2010 Çarşamba

sana...

Senin , ÇeLme Taktığın Yerden BaşLıyorum Hayata , Varsın Yara Bere İçinde OLsun Dizlerim , Yüreğim Kadar Acımaz Nasıl OLsa...

22 Haziran 2010 Salı

Merhaba,
Eski dostlarımızla görüştüğümüz,yeni dostlar edindiğimiz,bir kafe düşümüz vardı hep. Anne keklerinin ve kurabiyelerinin baş döndürücü kokusuna kahvenin kışkırtıcı kokusunun eklendiği her şeyi kendine has olan büyülü bir kafe düşüydü bizimkisi…
Çoğunu başardık biliyorum. Tüm dekorlarını ve tasarımlarını kendimizce,kendimize göre yaptık.Perdelerini ve masa örtülerini bile kendimiz diktik.Kahvaltıda yumurtalara gülen yüzler yapmak çok keyifli,omletlerin süslü püslü hali insanları gülümsetiyor.Bizi mutlu ediyor.Bahçesinde gördüğünüz her bitki,(ağaç,çiçek,sebze)bizim çocuğumuz ,biz yetiştirdik.Her gelenin kendisini kendi yerinde gibi hissetmesi için çok çabaladık.Acemiliklerimizi hiç unutmadık.Çünkü biz hep amatör bir ruhla profesyonel hizmet sunmayı ilke edindik.Evlerinizden farklı değil mutfağımız.Her görenin mutfak ve tuvalet temizliğimizden dolayı teşekkür etmesi bizi yüreklendiriyor.Yapılan ürünlerin hemen tüketilmesi mutfak şefini(Başemel) ve çalışanlarını heyecanlandırıyor hala.Çünkü biz para kazanmaktan çok bu amatör duygumuzun arkasından koşuyoruz .Çoğunu başardık,eksiklerimizi tamamlamak,azı çoğaltmak için fikirlerinize ihtiyacımız var.Menüyü sorduklarında”siz isteyin biz pişirelim” diyoruz.Bilmediklerimizi sizden öğrenmeye hazırız.
Bizi anlatmak için ne söylesem kendimizi övüyor ,hatta reklam yapıyor olacağım. Bizim “reklama ihtiyacımız yok”demiyorum.Ama gelip görenler bizi zaten yeterince anlatıyor.Şayet inanmıyorsanız ya da merak ediyorsanız hemen çıkın gelin. Ne duruyorsunuz? Biz insanımız olmadığı zamanlarda çok sıkılıyoruz.Kendinizi müşteri gibi hissetmeyeceğiniz bir yer arıyorsanız Kafe Bayko en uygun yer bilesiniz.Özel müzikler,kuş sesleri,bahçe tulumbası başında dinlenmek ama dilerseniz kablosuz internet aracılığıyla çalışmak için çok uygun bir yer.İster kitabınızı alın gelin,isterseniz arkadaşınızı ya da laptobunuzu…
Ortasından nehir geçen kentler gibi ikiye bölünmüş düşlerinizi bizimle birlikte toplamak isterseniz (kendinizi dinlemenize de engel olmayız hani)kollarımızı iki yana açtık çocuklumuzdaki gibi hadi daha ne bekliyorsunuz?

13 Haziran 2010 Pazar

GEÇ KALMAYALIM

Yaşam her seferinde kendini tekrar ediyor aslında.Ama her tekrarın satır araları bazen yaralarımızı sararken ,kimi zaman kendi işaret parmağımız en onulmaz yaralar da açabiliyor işte.
İşaret parmağım sen kırmadan önce seni gösteriyordu.Pusulamın seni gösteren ucuyla birlikte kırılan ne çok şey oldu.Aynı anda bu” topyekün kırılmalar” epey şiddetli oldu istemesekte.Kimseyi, hatta hiçbirşeyi sorumlu tutmadan hesaplaşmalarımda keşkelerim canımı acıtıyor.Keşkeleri çok olan yaşamlar her seferinde ayrı yengileri,beraberinde ayrı acılerı taşırlar.Eksik ,ıskalanmış,geç kalınmış yaşamlar ya da duygular kime keyif verir ki?
S.Aksu’nun şarkısındaki gibi;”Çocukluğum kavruk,gençliğim savruk.Yetişkinliğimden hiç hayır yok….” İşte böyle bir yenilgi ister istemez “Hayat! Ahtım olsun seni sil baştan yaşayacağım” şeklinde bir başkaldırıyı tetikliyor. Sil baştan yaşananlar nasıl olur? Neler getirir? Neleri götürür ?bilinmez.Ama inadına istenir umutla….
Yaşamı sil baştan yaşama hırsında ya da aynı hataları tekrar etmeme iddiasında değilim.Ama yorgunum ve biliyorum kırgınlıklarım bitmediği sürece dinlenemeyeceğim.Ama hayat bütün hızı ve çekiciliğiyle kendini tekrar ediyor.Bu hıza yetişmek çekici kılan güzelliklerden payımıza düşeni almak kaygısındaysak ki öyle… Durma vakti değil.Güneşin bütün yakıcılığının kışın buzunu çözmek için olduğunu düşünüp elimizi bu sıcaklığın içine sokup payımıza düşen güzelliği sıcaklığını kaybetmeden alma vakti.Haydi,daha sonrasında dinlenmek için vakit ayarlayabiliriz.Kahrolmadan ve arabeske inat “seni seviyorum…. İyi ki varsın… Ne iyi etmişim…lere “ yetişmeliyiz.
Geç kalmamalıyım,kalmamalısınız….Kolay gelsin



Sevgiyle kalın….. KAFE BAYKO

1 Haziran 2010 Salı

Fesleğenlere Haksızlık Ettim.

Biliyorum çok uzun zaman oldu yazmayalı.Hatta bu konuda aleni dürtüldüğüm bile oldu.Üstelik hayatımda ne çok değişiklik oluyor yazılmaya dair.Sorun bende biliyorum.Yazasım gelmiyor işte.Kimbilir? bilinçaltım yaşadıklarım satırda da kalmasın için tembelliğe itiyordur beni belki de. Yaşananlar hatırdan gittiklerinde, satırlar olmazsa kolay oluyor ya insanlar için.
Bu yazdıklarım size çok kötü şeyler yaşadığımı düşündürmesin sakın.Evet kötü olan yaşadıklarım yok değil.Ama çok keyif aldığım yaşadıklarım da var.Bugün "Kafe Bayko"yatılı bölge okulu öğrencilerinin sekizlerine veda partisi yapmaya hazırlanıyor.Öğrenciler günlerdir kafeye gelen sevimli karınca kafileleri gibi.Hele bugün katılım listesi sürekli değişiyor.Ben her gelenden sonra ayrı hikaye biriktiriyorum. Ve her seferinde mutlaka gülümsüyorum arkalarından, ne hikayeler ama...
Kafede mis gibi kokular baş döndürüyor yine.Birazdan öğrenciler bahçeyi süslemeye gelecekler.En komik olanıda sabaha kadar program sürsün istiyorlarmış.Akşam sekizde başlıyor partimiz bakalım uykuları kaçta gelecek?Gecelere akamayı, sabaha dek eğlenildiğini öğreniyorlar ya haklılar bu yüzden onlarda partileri sabaha kadar sürsün istiyorlar.Biz iyi öğretmenler değiliz ortaya çıkanlar bunu gözteriyor.
Kışın dondurucu soğuğuna direnen çiçeklerimiz bütün güzelliğiyle açtilar.Hele o cılız hanımeliler nasıl kokuyorlar anlatamam.Hani fesleğenimiz donmuştu biz üzülmüştük ya. Acimiza iyi gelsin için kardeş tohumları biribiri ardına çıktılar ve kocaman oldular.Fesleğen kokusu huzuruna erişeli,çok oluyor.
Yüreğim aldığı yaralardaki deliklerinden su almaya devam ediyor.Bu yüzden zaman zaman bulnıklaşıyor olsada henüz batmadık.Deliklere öğerncilerin sevinçlerini,çiçeklerin güzelliğini,hızla büyüyen Rüzgerımızın yaramazlıklarını ve sevimliliklerini, bu arada olagelen güzellikleri, hele annemin çocuklaşan yaşlılığını tıkamazsak çekilmez olcak biliyorum.Ama dedim ya;Henüz yaşadığımız rezilliklerin üstünden geçebilecek güzelliklerimiz var.Tanrı bu sıkıntıyı çektirmesin
Şimdilik bu kadar özet yeter sanırım.Baharın son günleri gibi artık yaz yakıcı güneşiyle ara sıra kendini gösteriyor.Herkes yazlık hazırlıklarına girdi bile.Okulların kapanmasıyla birlikte çoğu kaçacak yine.Biz elbette buradayız.Gidecek yerimiz olmadığından değil,bırakamayacağı kafesi olunca böyle oluyor.Eğer başınıza gelmediyse bilmezsiniz.Hayır şikayetçi değilim elbet ama insan arada bir firar etmek istiyor.
İşte bugünler adresimi bildirmeden kaçmalarımın geldiği zamanlar.Mülteci tüm duygularımla size ve hep sevgiyle
SEN Kİ ANLARSIN


Kendini bir suyun akışında
Ve suları kendi bakışlarında
Bulabilenler bilir bu türküyü.
Sen ki anlarsın
Bir türkü uğruna
Çileler çekerdin yıllar boyu.
Soluğunda
Yaban menekşelerinin kokusu.
Gözlerinde
Serin pınarların uğultusu.
Dağlar seni yaşardı her gün
Ormanlar sıcak dostluğunu.

Ne zaman çatlasa bir kaya
Bir çığlık düşse sulara
Irmaklar
Adını çizer toprağa.
Değil mi ki
Hep o yangınların adına
Adına belasına
Özlemi duyulunca özgürlüğün
Öfkesini göklere çalan
Bir şimşek gibi dalardın yaşama.

Sen ki anlarsın bu yaşamı
Aşklar şimdi hücrelerde tutsak
Düğünler kelepçeli
Doğumlar
Ve çocuklar zindanlarda.
Bunları nasıl anlatayım sana
Bu türküleri nasıl çağırayım
Bu ninnileri nasıl.
Ölüme
Kapkara bir kaygı değil artık
Bembeyaz
Bir kitap diyoruz koltuğumuzda.
Kitapların göğüslerinde kan
Bu kanı nasıl okuyayım sana.
Şimdi devleşen bir öfkenin
Ve sınırlar ötesi bir özlemin
Bildirisi okunurken her gün
Her saat, her dakika,
Can çekişen
Bir çağı yaşıyoruz dünyada.

Sen ki anlarsın bu yaşamı
Okul yolunda telaşlı bir öğrenci
Bir grev gözcüsü işyerinde
Okunan kitap
Yazılan defter
Yükselen bilinç
Ve eriyen cevher
Şimdi sabahın ala şafağında
Doludizgin
Bir at gibi giriyor sulara.